5 Nisan 2015 Pazar

Aşk nedir ? Mutluluk mu ? Yoksa sonrasında çektiğin acı mı ? Insanlar sadece mutluyken mi aşık ? Ne kadar çok sorguluyor insan kendisini aşk konusunda. Bence aşk , mutlu olmakla mutsuz olmak arasında gelip giden bir döngü.Mutluyken çok aşıksın hakettiğimiz yaşıyoruz diyoruz.Peki ya mutsuzken ? Ben bunu hakedecek ne yaptım ? Diye kendimizi yiyoruz.Oysa ne kadar komik , güzel şeyleri sorgulamazken hep mutsuzluğumuzu sorguluyoruz.Mutluluk veya mutsuzluk sebebini hakla sorgulamamalyız. Sen çok iyi bir insan olabilirsin karşında ki eğer kötü biriyse bu onun karakterimi yoksa sen haketmediğin için yaşadığın durum mu ? Hayatta her şeyi kontrol altına alamayız fakat seçebiliriz.Tıpkı hayatımıza giren insanlar gibi. Onları biz kabul ettiğimiz için hayatımızda varolurlar.Eğer kendimizi sorgulamak istersek belki bu noktada biraz sorgulayabiliriz.Ama bu sorunun için de çok fazla kaybolmamalı insan. O an kalbin onu istedi ve oldu .Neden onu hayatıma kabul ettim ? Neden onu aldım ? İşte aşkın körlüğü de tam burada ortaya çıkıyor. Aşk hiç suçsuzken bile kendinde suç aramaktır. Çünkü insan karşısındakini düzeltemediğini anladığında yaşadığı kaybın hesabını kendisi üstlenir. 
Bunun sebebi ise,yitirilen her şeye rağmen içinde kalan ufak bir umut.Onun asla değişmeyeceğini kabullenip kişinin kendisini değiştirmeye çalışmak istemesidir. Aslında bir soru ne kadar çok anlam barındırıyor içerisinde.
Hayatta kimse boşanmak için evlenmez veya ayrılmak için flört etmez. Sonucunu bilmediğin bir yola başladığında sonunda çıkan kötü sonuçlar senin onu hayatına kabul ettiiğin için başına gelenler değil,yaşaman gereken bu olduğu için yaşadıklarındır.Bazı olayları sorgulamadan kader diyerek geçebilmeli insan.Evet yaşadım,üzüldüm ama bunu yaşamalıymışım demek ki görmüş oldum birdaha ki sefere daha dikkatli olacağım. Acılardan beslenmeyi öğrenmeliyiz. Mutlulukta mutsuzlukta bizim için.Mutsuzluklarımızdan pay çıkararak bize zarar vermelerini izlemek yerine fayda çıkarmaya dönüştürmeliyiz. Çünkü her mutsuzluk bizim için hayatla ilgili bilmediklerimizi öğrendiğimiz bir derstir.
Affetmeyi bilmeliyiz. Affetmeliyiz ki hayatımıza devam edelim.Affetmemek geçmişle bağımızı koparamamaktır. Neden bizi üzen kişilere bağlı olarak yaşayalım ?

16 Ocak 2015 Cuma

Sosyal Kaygı Nedir ?


 

Sosyal kaygı , kişinin yeni tanıştığı insanlar karşısında bütün gözlerin onda olduğunu hissettiği zamanlarda yaşadığı kaygı durumudur.Sosyal kaygıya sahip olan kişiler de genellikle insanlarla etkileşim de olacakları ortamlardan kaçınma isteği görülür.Bu durumlarda olan kişilerin sesi,elleri titreyebilir,yüzü kızarabilir .Yeni ortamlara girecekleri zaman konuşmaktan çekinirler ve  ' ya yanlış bir şey dersem , rezil olursam ' gibi kaygılara kapılırlar. Misafirliğe gitmekten farklı ortamlara girmekten kaygılandıkları için bu kişilerin sosyal bireyler olması pek kolay olmaz.Kaygılar sebebiyle kişi istediği hayatı yaşayamaz.Çünkü kaygıları isteklerinin önüne geçer ve kişinin kendisini kaygılı hissedeceği durumlardan kaçındırırak aslında hayatını sınırlandırmış olur.Kişi bir ortama girmeden önce kaygılarının ona utanç vereceğini düşünür.Örneğin , çok gitmek istediği bir yemeğe sırf yeni insanlar var ve herkesin gözü onun üzerinde olacak bunun sonucunda yanlış bir şey söylersem rezil olacağım,utanacağım diye kaygılanacağı için kişi ne kadar istese de o yemeğe gidemeyecektir.Bir başka örnek ise, topluluk karşısında sunum yapmaktan çekindiği için kaygıları kişiyi okulu bırakmaya kadar sürükler.Doğru bilinen bir yanlışı da düzeltmek gerekirse sosyal kaygınn sonucunda kişi panik atak geçirmez veya sosyal kaygı bir panik atak altındaki değildir.

Nasıl Başederiz ?
Sosyal kaygı yaşadığınız durumlarda kaygılarınızı bastırarak kendinizi telkin etmelisiniz.Bu durumlar da ' -'ben konuşmayı bilmeyen veya bilgisiz bir insan değilim konuşmaktan çekineceğim hiç bir durum yok'
-'yanlış bir şey söylersem en kötü başıma ne gelebilir ? Herkes yanlış bir şey söyleyebilir,dönüp düzeltebilirim.
-'bir başkası yanlış bir şey söylese ben onunla alay etmem,düzeltmesini dinlerim veya düzeltmese de söylediğine saygı duyarım.'
Gibi cümlelerle kendinizi telkin edebilirsiniz.

 Sosyal kaygı,tedavisi mümkün bir alandır.Psikyatrik ilaç tedavisi ve bilişsel terapiyle çözülebilir.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Başarının Sırları

ReBorn: Öncelikle Bülent Bayram kimdir? Bize biraz bahsedebilir misiniz?
Bülent Bayram: Bülent Bayram, Vodafone Yetenek Geliştirme Direktörü ’dür. 3 senedir bu pozisyondayım. Daha öncesinde farklı gıda sektörlerinde uluslararası deneyimlerim oldu. Hep İK alanındaydım. Yaklaşık 11 sene İngiltere, Fransa ve Amerika deneyimlerim oldu. Daha öncesinde 2 sene Türkiye’deydim. Şuan da iş tanımıma baktığımızda; tüm işe alımlar, yetenek yönetimi, eğitim ve gelişim departmanlarından sorumluyum. Kişisel hayatımdan bahsedecek olursam; eşim Fransız ve 2 kızımız var. Zamanım da bu şekilde onlarla geçiyor.

ReBorn: Peki, Yetenek Geliştirme Direktörü nedir? Ne iş yapar?
Bülent Bayram: Bunu zaten hala tanımlayabilmiş değilim, annem hala ne iş yaptığımı bilmez.  Aslında şöyle açıklayabilirim; şuan da organizasyonda çalışanlar, organizasyonda çalışmayıp potansiyel çalışanlar ve bizimle bir şekilde yolculuklarını bitirip başka organizasyonlarda çalışanların tüm ekosistemine baktığımızda, ben ilk başta benimle çalışmak isteyenleri nasıl Vodafone ‘a çekebiliyorum? Bizimle çalışmaya başladıktan sonra, onların adaptasyon sürecini nasıl yönetiyoruz? Mevcut çalışanlarımızı nasıl geliştiriyoruz? Nasıl geri bildirim veriyoruz? Akabinde nasıl terfii ettiriyoruz? Nasıl lider haline getiriyoruz? Ve farklı organizasyonlara geçerken de bu süreci nasıl yönetiyoruz? Ben aslında bunların 3 tanesine dokunuyorum. Bunlardan bir tanesi; yeni arkadaşların işe alımı ve işe alımla alakalı tüm süreçler, geldikten sonra buradaki tüm yetenek yönetimi süreçleri ve onun akabinde de hem kişisel hem de profesyonel anlamda büyüyüp, gelişmeleri konularında eğitim ve gelişmelerini sağlamaya yönelik çalışmalar yapıyoruz. Dolayısıyla yetenek geliştirme, mevcut yeteneklerinin farkındalıkları konusunda onlara yardımcı olma ve kariyer planlamaları doğrultusunda geliştirmek istedikleri yeteneklerini, geliştirme konusunda bir takım platformlar ve desteklerinden sorumlu alana sahibim.

ReBorn: Şuan da bulunduğunuz konum itibariyle, eskiden beri hayalini kurduğunuz yerde misiniz? Yoksa "Gidişat beni buraya getirdi" mi diyorsunuz?
Bülent Bayram: Aslında “Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum yerdeyim.” diyen kişiye rastlama ihtimalimiz düşüktür. Tabi ki diyen varsa ne mutlu. Aslında benim biraz gelişti diyebilirim. En başından, staj yaptığım zamanlardan beri ben, İnsan Kaynaklarına gelmek istiyordum. Onun öncesinde ise farklı bir hikayeye sahibim. Pilot olmak istiyordum ancak gözümle alakalı bir sağlık sebebinden ötürü olmadı. Tabii ki olmayınca dünya sona ermiyor. Başka alternatifleri değerlendirmeye başladım. Üniversiteye girdim, o esnada İK alanında staj yaptım ve oradaki hocam beni çok etkilemişti. Onunla tanışmamdan sonra “Acaba İK nedir?” , “Bu alanda ben neler yapabilirim?”, “Bana uygun mudur?” sorularını düşünmeye başladım. Devamında, devamlı insanlarla iç içe olan, insan ilişkileri üzerinden yürütülen gerek stajlarda, gerekse işlerde bulundum. Buda bana motivasyon sağladı. Dolayısıyla insanlarla çalışıp, doğru ilişkileri, doğru zamanlarda, doğru köprülerle kurup onların hayatında farklılık yaratmak beni her zaman heyecanlandırmıştır. Tam anlamıyla hayalim şuan ki konumum diyemezdim ama gidişatım, deneyimlerim, çabalarım ve yaptığım işler buraya doğru geldi. Ama şuan ki konumum, İK alanında çalışmayı düşünen biri için çokta büyük bir sürpriz değil.

ReBorn: Peki iş hayatınızda belli başarılara imza attığınızı görüyoruz. Siz başarının sırrını neye bağlıyorsunuz?
Bülent Bayram: Başarının sırrı bence hiç vazgeçmemek. Çünkü hayatınızda karşınıza o kadar çok engeller çıkıyor ki; eğer engellere odaklanıp, “Bu olmayacak galiba.” Diye bakarsanız, hiçbir şekilde başarılı olamazsınız. Mesela, bir buz pateni yarışmasını düşünün. Yarışmaya katılan arkadaş, düşmemeye odaklanırsa hiçbir zaman başarılı olamıyor. Belki gerçekten düşmüyor ama şampiyon da olamıyor. Ama, şampiyon olmaya odaklanıp; bu esnada da “Yapmamam gerekenlerden bir tanesi de; düşmemek” diyorsa bu onu başarıya ulaştırıyor. Biraz da ileriyi görebilmek, bunu hayal edebilmek ve başarılı olmanın ne olduğunu tanımlayabildikten sonra, oraya giden engeller doğal olarak ortadan kalkıyor. Eğer hedefiniz belli değilse, hem siz her tarafa gidebiliyorsunuz; hem de insanlar sizi başka yöne çekebiliyor. Ama hedefiniz belli olduğu takdirde, zikzaklar çizseniz bile yine de doğru yolda gidiyorsunuz. Dediğim gibi birincisi; vazgeçmemek. İki; nereye gittiğinizi bilmek. Üç; engellere değil, hedefinize ulaşırken ki eksiklere odaklanmak. Dört ise; mevcut kaynaklara, mevcut sistem ve süreçlere dayanarak geleceği planlamak.  Başarının tanımında; YOK ile EKSİK çok kalın bir çizgiyle ayrılmıştır aslında. “Ben bunu yapacağım ama, bu yok.” Derseniz hedefinize ulaşamazsınız. “Ben bunu yapacağım ama, bu eksik.” Derseniz, hayallerinize odaklanma sürecinde; eksikleri gidermeye yönelik çalışmalar yapar, adım adım hedefe yaklaşırsınız. Eksik demek, doğal olarak tamamlanacak bir şey demek. O yüzden başarıya ulaşabilmek için; yok değil, eksik demelisiniz.

ReBorn: İş hayatında başarılı olan insanları genellikle kendini işine adamış bir şekilde görüyoruz. Sizin de evli olduğunuzu biliyoruz. İş ile özel hayat arasındaki bu dengeyi kurabiliyor musunuz?
Bülent Bayram: Aslında ben bu soruyu özellikle Amerika’dayken çok düşünmüştüm. O zaman çocuğumda yoktu. Benim kişisel görüşüm; ben özel hayatımla, profesyonel hayatımı keskin bir çizgiyle ayırmalıyım diye bakmıyorum. Eğer ben bu çizgiyi çizer, sonrasında çizgiyi aşar, ağırlığı tek tarafa verirsem; ben kendimi mutsuz ettiğimi gördüm.  Hayatın bir bütün olduğunu düşünüyorum. Ve ben iş hayatımda işimi profesyonel bir şekilde, hakkıyla yönettiğimde, özel hayatıma da öncelik vermem gerektiğini düşünerek; o tarafa da ağırlık verebiliyorum. Aslına bakarsak; ben hayatımda, ağırlığı tek yöne verip, “Ağırlığı o tarafa verdim, bu taraf eksik kaldı.” Diyebileceğim mazeretlerin oluşmasına izin vermiyorum. Dolayısıyla iş ve özel hayat diye ayırmaksızın ben hayatıma bir bütün olarak bakıyorum. Tabii ki aile çok önemli. Yeri geldiğinde onlara kanalize olmak lazım. İş hayatı da bir o kadar önemli ki zamanımızın çoğunu orda geçiriyoruz. Eğer tüm hayatınızda sahip olduğunuz başlıca değerleri kırmızı bir çizgiyle çizip, birbirinden ayırdığınız ve bu ayrıma uyamadığınız zaman mutsuz ve stresli oluyorsunuz. O yüzden hayata bir bütün olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bir de ben şuna inanıyorum; ben evde nasılsam iş yerinde de öyleyim. İş yerine geldiğim zaman, farklı bir insan olmak için kendimi bir kalıba sokmuyorum. Enerjimi, kendimi olmadığım ama olması gereken bir kalıba sokmaya harcamaktansa, işimi en iyi şekilde yapmaya harcıyorum. Ben, ben olabiliyor muyum? Bu çok önemli. Mesela özel hayatında çok farklı olup, işe geldiğinde “ben katı ver sert durmalıyım” düşüncesini savunan ve enerjisini buna harcayan çok fazla insan var. Bir kısmı başarabiliyor. Ancak bir süre sonra oldukça zor olmalı. İş hayatında bir şekilde samimi olmanız lazım. Samimi olmayan liderler bunu ekiplerine ve organizasyonlarına istemeseler de yansıtıyorlar. Aslında bu kişiler farkında olmadan bir bütünü etkiliyor.

ReBorn: Mesela insanlar şunu yapmakta çok zorlanıyorlar; diyelim ki çok stresli bir gün geçirdiler, işten çıktıktan sonra bunu ailelerine yansıtabiliyorlar. Ya da evde eşiyle tartıştı, çocuğuyla alakalı bir problem yaşadı, bunu geldiğinde işine yansıtabiliyor. Ve aslında bunu yapmak motivasyonda düşüş, ilişkilerde yıpranmalara sebebiyet veriyor. Sizce bu ayrım nasıl yapılmalı ?
Bülent Bayram: Ben şuna inanıyorum; profesyonel hayatta, ilişkilerinizde yaşadığınız olaylar tabi ki motivasyon düşürebilir. Ancak bunun farkında olmak önemli. Siz evi işe, işi eve taşıdığınızda insanlar bunun farkında oluyor. Önemli olan, sizin bunun bilincinde olabilmeniz. Ben eğer yalnız başına çalışan bir insan olsam ve evdekini işe götürüyor olsam, sorun olmaz. Etkileyebileceğim kimse yok. Ancak benim belli bir ekibim var. Bu aşamada ekibimin motivasyonu, enerjisi ve benden ilham alabilmeleri çok önemli. Aynı şekilde, evde benden ilgi ve sevgi bekleyen bir ailem var. Dolayısıyla ben evdekini işe, iştekini eve götürerek onlara haksızlık edemem.

ReBorn: Peki, işe alımlardan da sorumlu olduğunuzu biliyoruz. Bu aşamada dikkat ettiğiniz başlıca faktörler nelerdir?
Bülent Bayram: Tabii ki her şirketin, her firmanın aradığı başlıca bir değer var. Fakat aslına baktığımızda hepsinin alt yapısında aynı arayış var. Ama bazı şirketlerin ön plana çıkardıkları ve kültürlerini daha iyi temsil ettiğine inandıkları değerler vardır. Öznel konuşacak olursak bu aşama da bizim aradığımız başlıca 3 değer var. Bir tanesi; "Bu işi gerçekten yapabiliyor mu?" Buda özgeçmişinde, okuduğu okulda, yaptığı işlerde, tecrübelerinde bunu yansıtıyor. İkincisi; "Bu işi gerçekten severek yapar mı?" Çünkü ben severek yapılan bir işin başarısızlıkla sonuçlanmayacağı, onun bir şekilde başarıya ulaştırılacağı düşüncesindeyim. Sonuncusu ise; "Bu organizasyona ya da bu işe uyar mı? Uyum sağlayabilir mi? Kültür uyumu, iş yapış şeklimiz,ilişkimiz, enerjimiz birbirine yakın mı?" Her biri işe alım esnasında önemsenecek ve dikkat edilecek faktörlerdir. Aslında iş görüşmesine geldiğinizde; ilk aşamada el sıkışırken aranan pozisyona uyup, uyamayacağınızı yansıtıyorsunuz.  Bu konuda, belli bir tecrübeden sonra yanılma payımız az oluyor ve uzun uzun görüşmelere, çeşitli mülakatlara ihtiyaç duymuyoruz çoğu zaman. Biz işe alımlar esnasında fonksiyonel uyumdan çok, kültürel uyuma bakıyoruz. Çünkü fonksiyonel uyum kısa vadede başarıya ulaştırırken, uzun vadede fayda sağlayamıyor. Uzun vadede başarılı olabilmek için kültürel uyum başlıca aradığımız faktörlerden biri. Bunun için de aslında, belli testler, belli değerlendirme merkezleri yapıyoruz ve bu aşama da klasik iş görüşmelerinden çok sunumlar, vaka analizlerine yer veriyoruz.

ReBorn: Hayatta pişmanlıkları olan insanlar, henüz bir yola başlamamış ve ne yapacağını bilmiyor olan insanlar, yanlış bölüm okuduğunu düşünenler için geç mi kalındığını düşünüyorsunuz?
Bülent Bayram: Geç mi? Tabii ki değil. Nedenine gelecek olursak; karamsar olacaksanız, beyaz bir oda da sizi karamsar yapar, siyah bir oda da sizi karamsar yapar. Hayatınız tamamen sizin bakış açınıza göre şekillenebilir. Her alanda olduğu gibi, ben mutluluğun iş hayatında da önemli olduğunu düşünüyorum ve mutluluğun, hayatın bir getirisi değil; kişinin tercihi olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda, insanın kendiyle barışık olması taraftarıyım. Geçmişinizle, yaptığınız hatalarla, onlardan öğrendiği derslerle ve bundan sonra yapacaklarıyla... İnsanlar hata yapıyor; önemli olan hata yapmamak değil, yapılan hatalardan dersler çıkarabilmek, hatanın olumsuz tarafına değil; hatanın getirdiği dersin olumlu tarafına odaklanmak... Bunun dışında; bundan 20 sene önce, mezun olunan okullara ve bölümlere bakılırdı ve işe alım buna göre yapılırdı. Belli üniversiteler dışında gelen iş görüşmeleri, özgeçmişine bakmaksızın eleniyordu. Aslında şimdi dönüp baktığımızda, insanlara ne kadar haksızlık edildiğini görüyoruz. Ne okuduğunuz değil, okuduğunuzla ne yaptığınız önemli. Bu aşamada istek çok önemli. Ne istiyorsunuz? İstediğiniz bir fark yaratmaksa, nerede okuduğunuzun ve ne okuduğunuzun bir önemi yok. Ama istediğiniz karamsar olmak, yaptığınız yanlış seçimlerden ötürü keşkelerle yaşamaksa; onun için okumamış olmanız da, en iyi üniversitelerde onlarca bölüm bitirmeniz de anlamsız. Sonuç aynı... Dolayısıyla bu hususta pozitif olmanız ve nereye gideceğinizi bilmeniz çok önemli. Bazı insanlar kötü tecrübelerden dolayı karamsarlığa düşebiliyorlar. Ancak bugün başarılı insanlara baktığımızda, çok kötü olaylar yaşamış, her defasında sıfırdan başlamış olmalarına rağmen bunlardan çıkardıkları derslerle belli bir konuma gelebildiklerini görüyoruz. Hayatın sizi rüzgarın savurduğu gibi oradan oraya savurmasına izin vermeyin, rüzgar essin ancak siz bir dala tutunun. "Hayatta benim tek bir hedefim var, başka da bir şey istemiyorum." da doğru değil. Bir yön belirlemeniz ve o yöne gitmeniz önemli. Ne olmak istiyorsanız onu konuşmanız lazım. Bizim yaptığımız en büyük hata; ne olmayacağımıza odaklanmak. Sahip olmak istemediklerimiz hakkında konuşmak, bizim yerimizde saymamıza sebep olur. Çünkü bu aşamada biz ne yapmayacağımızı biliyoruz, ancak bize ne yapacağımız lazım! Siz ne istediğinizi bildiğiniz ve bunu konuştuğunuz takdirde insanlar size yardımcı oluyor. Odak noktamız, geçmiş değil; gelecek olmalı, yaşadıklarımıza değil, yaşayacaklarımıza odaklanmalıyız.

ReBorn: Son olarak, yalnızca iş hayatında değil; istedikleri her alanda başarılı olmak isteyen bireylere ne tavsiye edersiniz?
Bülent Bayram: Ben öncelikle, her insanın "Beni ne heyecanlandırıyor? Beni ne mutlu ediyor? Ben ne yaparken zaman akıp gidiyor?" sorularının cevabını bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun farkında olmak, olabilmek çok önemli. Başarının sırrı biraz da kendini tanımaktan geçiyor. Bunun cevabını bulamıyorsanız, yalnız değilsiniz; arkadaşlarınıza, ailenize ve çevrenizkilere sorun. "Sen beni ne zamanlarda, ne yaparken mutlu görüyorsun?" sorusunun cevabı çoğunlukta aynıysa bu da size yol gösterici niteliktedir. Bu aynı zamanda size farkında bile olmadığınız bir özelliğinizle tanışma fırsatı verebilir. Hedeflere ulaşmak; kendini tanımak, kendinle barışık olmak, kendine güvenmek, hedef belirlemek ve yapılmayacaklara değil, yapılacaklara odaklanmaktan geçiyor. Hedefinize ulaşmak için gerekli 15 şeyi yazın, bunların 10 tanesini yapın, hedefinize ulaşırsınız. Aslında hepsi bundan ibaret

19 Kasım 2014 Çarşamba

Aşkın Beden Dili

Günlük hayatımızda biz sussak da bedenimizin her bir parçası konuşuyor. Ağzımızla yaptığımız en iyi şeyin konuşmak değil, gerçekleri saklamak olduğunu biliyor muydunuz?

Artık günümüzde herkes iletişim dediğimiz şeyin yalnızca konuşmak olmadığını biliyor. İletişim kurarken 3 ana kural kullanıyoruz. Bunlardan biri “kelimeler”. İnsanlar biz konuşurken ilgilerinin yüzde 10’luk kısmını kelimelerimize veriyor. Karşımızda ki insanüzüntümüzü, öfkemizi, sinirimizi, mutluluğumuzu, hassasiyetimizi, nefretimizi daha çok kelimeleri hangi ses tonuyla söylediğimizden anlıyor. Ses tonu insan dikkatinin yüzde 30’luk bir kısmını kapsıyor. Geriye kalan yüzde 60’lık kısım ise beden diline ait. Yani anlaşıldığı gibi kelimelerimiz; içimizden ve aklımızdan geçenlerin çok küçük bir kısmını kapsarken; bedenimiz, tavır ve mimiklerimiz oldukça büyük bir kısmını kapsıyor. Ve daha da önemlisi ağzımız yalan söylüyor ama vücudumuz asla!

Okuyacağınız bu yazıdan sonra “Bana yalan mı söylüyor?”, “Benden hoşlanıp, hoşlanmadığını nasıl anlarım?”, “Beni aldatıyor mu?”, “Daha etkileyici olmak için neler yapmam lazım?”, “Karşı tarafın cinsel duygularını kabartmak için neler yapmam lazım?”, “Benim yanımda olmaktan keyif alıyor mu?” ve “Nasıl daha özgüvenli gözükebilirim?” gibi sorularınızın cevabını bulacak, hayata geçirebildiklerinizden sonra hedeflediğiniz alanda başarıyı yakalayacağınızı göreceksiniz.

Eminiz ki her biriniz “Aşkta beden diline neler olur?” sorusunun cevabını merak ediyorsunuz. Öncelikle dikkatinizi çekeceğini düşündüğümüz bu sorunun cevabıyla başlayalım. Genellikle duygusal bir yolculuk yaşayacaksak, bedenimizin de değişime uğrayacağı gerçeğini göz ardı edemeyiz. Peki, bu değişimler nelerdir? Aşık insana neler olur? Aşık olduğumuzu ve bize aşık olan bireyleri nasıl anlarız? Aslında çok kolay. Aşkın beden dilinde en önemli faktör; gözlerdir. O anda yaşamış olduğumuz heyecanın beynimize gönderdiği sinyalle göz bebeklerimizde fark edilir derecede büyüme görülür. Unutmayın ki, bu saklanabilir bir detay değildir. Her şeyden önce göz bebekleri sizi ele verir. Aşkın beden dilinde ki bir diğer detay dediğimiz ve fark etmesi yine çok kolay faktör bedensel eşleşmedir. Eğer karşımızda ki insandan çok etkilenmişsek, ona aşık olmuşsak ya da karşımızda ki çok değer verdiğimiz bir bireyse farkında olmadan bedenimiz onunla eşleşir.Örneğin çocuğunuzu severken tavırlarınıza hiç dikkat ettiniz mi? Onun boyuna iner, onun mimiklerini yapar ve hatta çocuksu bir ses tonuyla konuşursunuz. Aşık olduğunuzda da beden diliniz tam olarak böyle eşleşir. Bir şey anlatırken karşınızdaki insanın mimiklerini kullanmaya, onun gibi gülmeye, en belirgin tepkilerini hayatımıza geçirmeye başlarız. Hatta onun en sevdiği şarkılardan etkilenmeye, onun gibi dans etmeye ve onun gerçeklerini benimsemeye başlarız. Bunun nedeni bilinçaltımızın tamamen bir olmayı ve farklılaşmamayı istemesidir. Bizi bir diğer ele veren faktör de gülümsemelerimizdir. Aşık olduğumuzda; gülümsemek için bir sebebe ihtiyacımız yoktur. Olur olmaz gülümsemeye başlar, her fırsatta etrafınıza gülücükler saçarsınız. Bunu siz fark etmeseniz de sizi sık görenler ve yakından tanıyanlar anlar. “Kendine dokunma” da aşkın beden dilinde oldukça göze çarpan bir detaydır. Eğer karşınızda ki insan size aşıksa ya da sizden çok hoşlanıyorsa onu gözlemleyin, çünkü siz ona baktıkça o kendi vücuduna dokunacaktır. Genellikle kendi koluna, bacağına, koluna, ensesine ve dudaklarına dokunur.

Aşık olduğumuzu gösteren genel beden dili yargıları olsa da bu alanda da kadın beden dili erkek beden dilinden ayrılıyor. KADIN AŞIK OLUNCA beden diline neler oluyor? Kadın aşık olunca gözlerinin içine daha derin bakmaya başlıyor. Göz teması konusunda kadınlar, erkeklere nazaran daha başarılılar. Yanınızdayken yanakları kızarmaya başlar. Ses tonunu sizinkine uydurmak için yükseltir ve alçaltır. Bunu bedensel eşleşme ile size daha uygun hale gelebilmek adına bilinçsizce yapar. Size doğrudan bakmayı tercih etmez. Sizi, genellikle başını yana eğerek ya da yandan bir bakış atarak dinler. Bu tipik bir kadın beden dilidir. Konuşma esnasında eli sık sık yanaklarına gider. Avuç içlerini size doğru açık tutar. Avuç içi psikolojisi diye bir şey vardır. Eğer avuç içinizi karşınızdakine gösteriyorsanız karşı taraf sizi samimi bulmaya, kendine daha yakın hissetmeye başlar. Kapalı avuç içleri soğuk, mesafeli ve samimiyetsiz bir beden dili hareketidir. Eğer kadının üzerinde takı varsa sizinle konuşurken onunla oynamaya başlar. Çünkü takı da bir kadının değer verdiği bir şeydir. Ve kadın her zaman değer verdiği nesneleri eşleştirmeyi tercih eder. Bu sebeple de etkilenen her kadın, her fırsatta takılarıyla oynar. Kalabalık bir ortamda sadece sizinle konuşur. Bir şekilde konuyu size getirmeye çalışır ve odak noktası sizi yapmaya çalışır. O sırada bir şey anlatıyorsa bile önce sizin sorunuza cevap verir. Konuşurken bileklerine dokunur. Kadınlarda bilek cinselliği simgeleyen bir bölgedir. Pürüzsüz oluşu erkeğinde odak noktası olmasını sağlar. Klasik ama doğru bir yargı olan; “saç oynaması” da aşık kadın beden dili davranışıdır. Bir diğer ve en önemli beden dili tüyosu da ayaklardır. Ayaklar yalan söylemeyen tek organdır. Ayak uçları her zaman odak noktasını gösterir. İki kişilik bir masada genellikle ayaklar karşınızdakini göstermek zorunda olduğu için bunu anlamanız biraz güç olabilir. Ancak kalabalık bir masada oturuyorsanız ve sizden etkilendiğini düşündüğünüz kişi size uzak oturuyorsa yapacağınız ilk iş ayaklarına dikkat etmek olmalıdır.Çok ilginç bir şekilde istemsizce ayaklar size döner. Ancak ayaklar bir tek etkilenmeyi temsil etmez. Çıkış kapısını gösteren ayak uçları; ilginin dağıldığını, karşı tarafın sıkıldığını ve kalkmak istediğini gösterir. Bu aşamada atağa geçmeli hemen dikkati yeniden toplamalısınız. Topuklu ayakkabı giymiş bir kadının, ayakkabıları da onu ele verir. Hoşlanan kadın sizinle konuşurken ayakkabısının topuğunu çıkarıp sallaması sizi çekici bulduğu anlamına gelir.

Peki ya ERKEK AŞIK OLUNCA beden diline neler oluyor? Erkeklerin yapacağı ilk davranış bakışlarınızı yakalamak olacaktır. Unutmayın ki her erkek avcıdır ve kadını yakalamak gözlerde başlar. Erkekler öncelikle göz teması kurar, ardından gözlerini kaçırır ve sonra yeniden sizin tarafınıza bakar. Bu erkeğin istediği bir oyundur. Konuşma esnasında kolunuza ya da omzunuza dokunur ancak bunu arkadaşça yaptığını göstermeye çalışır. Erkekte en az kadın kadar nasıl göründüğüne önem verir bu yüzden etkilendiği kadının yanında elleri sık sık saçına gider ve onları düzeltme ihtiyacı duyar. Erkeğin aşık olduğu kadının yanında en çok yaptığı şey; horoz gibi kabarmaktır. Omuzlar daha dik durur, başını yukarı kaldırarak yürür. Sizinle eşleşebilmek için ses tonunu düşürür. Bu oldukça nazik bir tavırdır. Ses tonuyla sizi ürkütmek ya da sıkmak istememesinin göstergesidir. Erkekler görsel iletişim kanalına sahiptir bu nedenle sizi daha rahat görüş açılarına alabilmek adına,öne doğru eğilerek otururlar. Bu da sizinle konuşurken motivasyonun arttığını gösteren bir davranıştır. Erkeğin başparmaklarını kemerine geçirmesi cinsel içerikli bir beden dilidir. Ellerinde telefon, cüzdan gibi her hangi bir obje tutma gereği duyarlar. Erkeklerin avcı olduğunu daha önce söylemiştik. Avcı genlerinden gelen bir diğer özellik de gözlerini kısmaktır. Erkek sizi daha net görebilmek için size gözlerini kısarak bakacaktır.

Aşık kadın-erkek beden dilinin yanı sıra “BİR KADINI VE YA BİR ERKEĞİ BEDEN DİLİMİZLE NASIL ETKİLERİZ?” sorusu da toplumumuz da oldukça merak uyandırır. Etkileyici olabilmek hususunda da kadını erkekten ayıran bir takım özellikler vardır. Erkekler ne yaptığınızla ilgilenirken, kadınlar ise onu nasıl yaptığınızla ilgilenir. Örneğin; bir erkeği “seni seviyorum” sözcükleri kolaylıkla mutlu edebilirken, kadını “seni seviyorum” sözcükleri değil; bunu nasıl söylediğiniz mutlu eder. Aynı zamanda yaradılış gereği erkekler güzele, kadınlar ise güçlü olana yönelirler.

“BİR KADINI NASIL ETKİLERİZ?” sorusunun cevabına gelelim… Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir erkeğin öncelikle güçlü olması gerekmektedir. Kadın doğası gereği erkeğin gücünden haz alır ve kendini güvende hisseder. Hem fiziken hem de ruhen güçlü olduğunuzu bilmek ve sırtını size dayayabilmek isterler. Fiziki güçten kast edilen tabi ki karnınızdaki baklavalar ve kol kaslarınız değildir. Duruşunuz mesela… Güçlü erkek, yürürken başı ve omuzları dik, yere sert basan adımlarla ilerlerler. Maskülenlik konusuna gelecek olursak; tabiki kadınların esprili ve komik erkeklerden etkilendiklerini biliriz. Ama bu aşırıya kaçmamalı. Erkeğin erkek gibi olması demekte asla takım elbiseli, elinde teşbihle gezen erkekler değil; bedenine hakim olan, daha ağır ve soğukkanlı bireyler olması demektir. Bunun yanı sıra hayatta başarıyı yakalamış, istediklerine sahip olmuş ve özgüvenli erkek beden dili incelendiğinde de farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Kadınlar özgüveni yüksek erkeklere eğilim gösterirler. Kadını etkileme aşamasında oturuşta çok önemlidir. Kadın, erkek arkadaşıyla otururken ona yakın olmak ister. Bu sebeple; erkek masa biraz öne eğilerek oturabilir. Bu kadınla ilgilendiğinin göstergesidir. Ancak bu şekilde de fazla oturmak doğru değildir. O zaman güç kadına geçer ve erkek karizması biter. Bir süre sonra erkek arkasına yaslanarak oturmalı ki kadın onu yeniden kendine çekmek için çaba harcasın. Ayak kuralından bahsetmiştik. Ayaklar her zaman odak noktasını gösterir. Ayaklarınız başka yönü gösteriyorsa kadın onunla ilgilenmediğinizi düşünecektir. Kadının bir diğer önem verdiği nokta da giyim tarzıdır. Dış giyim iç dünyanız hakkında mesajlar verir. Bu demek değil ki; pahalı giyinin, pahalı saatler alın… Önemli olan size ve vücut yapınıza yakışacak kıyafetler tercih etmektir. Bir erkeği karizmatik gösteren en önemli şey saat ve ayakkabıdır. Ayakkabınıza ve ayakkabı temizliğinize önem vermelisiniz.

Sırada “BİR ERKEĞİ NASIL ETKİLERİZ?” sorusunun cevabı var. Kadınlar bu konuda erkeklere nazaran 1-0 önde başlar. Ama yine de birçoğunuzun bilmesi gereken bir takım ipuçları da var. Bunlardan bir tanesi; erkeklerin avlanmayı sevdiği gerçeğidir. Yani çabuk elde ettiklerini hissederlerse kaçarlar. Sizin göz temasınız erkekler için oldukça önemlidir. Konuşma esnasında, erkeğin ilk önce direkt olarak gözlerinin içine bakın, bu bakışı kısa tutup sonra omuz üzerinden yan yan bakmaya başlayın. Tam bu esnada erkek de sizin tam bakışınızı yakalamak için uğraşa girecektir. Kulak hizasından yan yan bakarken yapılan hafif gülümsemeler ise erkeği tahrik etmeye yöneliktir. Elinizde bardak, telefon gibi nesneler varsa hafif hafif onlara dokunmanız da erkeği etkiler. Avuç içlerinizi görmesini sağlayın. Bu samimiyeti arttırır. İlk olarak erkeğin karşısında dik durmak önemlidir. Bu kendinize güvendiğinizi ve güçlü bir kadın olduğunuzu gösterecektir. Oturma sırasında bacaklarınızın birbirine yakınlığı da bir o kadar önemlidir. Ayrık bacaklar erkeklere her zaman itici gelmiştir.

Kadını, erkeği, ilişkilerini, etkileyici davranışlarını ele aldıktan sonra; Türk toplumunun zayıf noktası olan “ALDATMAK” ve “ALDATMANIN BEDEN DİLİ” var. Aldatma hususunda çok fazla düşünce ve araştırma mevcut. Kimi der ki “aldatmayan erkek yoktur.”, kimi der ki “aldatmak her insanın içinde olan bir eğilimdir.”, kimi der ki “seven insan aldatmaz.”, kimi de “her insan sadıktır, sonra aldatmayı öğrenir.” Yargılarını savunmaktadır. Eşimizi, sevgilimizi aldatıyor da olsak, korkulu rüyamızdır; “aldatılmak.”. Peki nasıl anlarız aldatıldığımızı? Sevgiliniz içindeki suçluluk duygusunu bastırmak için sizin isteklerinize her zamankinden fazla önem vermeye başlar. Yaptığı yanlıştan ötürü, “vicdan” yapmaya başlar ki bu da suçluluk psikolojisidir. Size sık sık hediye almaya başlar ve alışkanlıkları bir anda değişmeye başlar. Yeni hobiler edinip, yeni aktiviteler yapmaya başlar. Kendine özen göstermeye başlar ki buda diğer kişiye kendini güzel ve farklı gösterme çabasıdır. Yoğunluğundan şikayet ederken bir anda kendine özel zaman ayırmaya başlar. İnsan aynı anda iki kişiye ait olamaz. Duygular birbirine karıştıkça huzursuzluk artar. Sürekli saklama çabası benliğinden uzaklaşmasına sebep olurken agresif tavırları arttırır. Öyle şeyler yapar ki; sizin ona üzülmenize ve vicdan yapmanıza sebep olur. Size gösterdiği ilgi azalır. Çünkü yaşadığı gizli durumlar arttıkça bir yerden açık verebilme ihtimaline karşın sizinle daha az zaman geçirmek ister. Daha önce nefret ettiği bir aktivite ona güzel gelmeye, asla dinlemeyeceği bir müzik tarzı dinlemeye başlayabilir. İki kişi tarafından tercih edilmenin verdiği ego tatminiyle kendini her zamankinden güzel/yakışıklı hissetmeye başlayabilir. Ayna karşısında daha fazla zaman geçirmeler başlar. Sizi ya da ilişkinizi başlarıyla kıyaslamaya başlar. Bu artık sizin tek olmadığınızı düşündüğünü gösterebilir. Eleştiri tahammülü kalmaz. Sorumluluklarda ya da eskiden önem verdiği konularda özen azalır. Sizin nasıl göründüğünüzle ilgilenmemeye başlar. Size yaptığı şakalar sizi güldürmekten çok kırmaya başlar. Sizinle gitmediği ya da onun bildiğini bilmediğiniz mekanlar hakkında yorum yapmaya başlar.

Her insan kelimeleriyle "YALAN" söyler ama bedeniyle asla! Yalan söyleyen huzursuz olur ve sürekli pozisyon değiştirme ihtiyacı duyar. Özellikle erkekler yalan söylediklerinde sahte öksürükler ya da boğaz gıcıklanması yaratırlar. Amaç dikkat dağıtmaktır. Erkekler yalan söylerken küçük bir çocuğa dönerken, kadınlar burnundan laf aldırmamalarıyla gözlenebilirler. Gözler aynı zamanda her iki cinste de sağa bakar. Çünkü sol geçmişi, sağ geleceği düşünürken bakılacak yöndür. Yalan da gelecekle alakalı bir tasarı olduğundan, kişi yalan söylediği esnada gözler istemsizce sağa döner. Genellikle göz kontağından kaçınırlar. Yalan söylerken kullanılan tek organın ağız olması sebebiyle, yalan söyleme esnasında ağızlarını kapama ihtiyacı duyarlar. Yalan söyleyen kişiye gereksiz hiperaktivite gelir. Cümleleri birbiriyle bağlantılı olmaz. Ona söylediği yalanla alakalı soru sorduğunuzda, verdiği cevaba dikkat edin. Kurduğu ilk cümle sorunuzla alakı olmakla beraber ilerleyen cümleler tamamen konudan uzaklaşmakta ve kurduğu son cümlenin konuyla tamamen alakasız olduğu gözlenmektedir. Buda konuyu kapatma çabası olarak bilinir.

Herkes yalan söyler, herkes bir şeyler saklar, herkesin gizlemek istedikleri, su yüzüne çıkarmaktan çekindikleri vardır. Ancak beden dilinde her şey ortadadır. İnsanlar gizemlidir, beden dili açıktır. Konuştuklarımız bir yere kadar önemlidir. Önemli olan bedenimizin ne söylediğidir. Unutmayın ki iletişim çağında, insanları en çok rahatsız eden şey; samimiyetsiz kimselerin varlığıdır.

14 Kasım 2014 Cuma

Mükemmel Mutluluk



Mükemmel mutluluk nedir ? Mükemmellik ve mutluluk tam olarak nedir ? 'Mükemmel' yapabileceğinin en iyisini yapabilmek diye bilinse de aslında bulunduğumuz çevrede ki en iyi diye algılananı yapabilmektir.Aslında bu kendi mükemmeli yapmak değil çevresinde algılanan mükemmellik beklentisini karşılamaktır.Yani bir çoğumuz mutluluğu çevremizdeki mükemmellik anlayışına göre yaşadığımız için aslında kendimiz neyden mutlu olduğumuzu bilmiyoruz.Ve mükemmel mutluluğu yaşayamıyoruz.
Mutluluğun formülü var mıdır ? Mesela bir insan mutluluğu , kişi doğduktan sonra iyi bir okula gitmesi iyi bir eğitimden geçmesi iyi bir üniversitede güzel bir bölüm kazanması ve sonra başarılı bir iş hayatıyla kendisine uygun birisiyle mutlu bir evlilik sürdürmesi olarak özetlenebilir.Bu zincir mutluluğun formülü diye algılanır.Bu zincirin bir halkasında yapılan bir hata büyük bir hayal kırıklığıyla zinciri orada bozarak mutsuzluğa doğru yol alır. Hiç sorun yaşamadan mutluluğa ulaşılır mı ? Kimi insanlar da mutluluğu maddeleştirerek parayla elde edebileceğini düşünür.Peki parayla mutluluk tablosu çizenlerin,mutluluğu sadece istediklerine ulaşabilmek olarak düşünenlerin gerçekten mutlu olduğunu düşünüyor musunuz ? Kemal Sayar ' ın okuduğum bir kitabında mutluluğun bir adımı olan güvenliği, bazı insanlar güvenlik ihtiyacını para biriktirmek bir şeylere sahip olmak olarak algıladığını ve insanların daha büyük arabalara binmek istemelerini şu şekilde yorumlar ; arabanın içinden başka insanlara daha yukardan bakarak mutlu olduklarını hissederler.Zannetmeyin ki o kocaman arabalara binen insanlar kendilerini çok mutlu hissediyorlar.Fakat tam tersi belkide kendilerini çok incinebilir hissettikleri için bu türden ihtiyaçlar duyuyor olabilirler.
Mutluluğun formülü bir zincir halkalarını tek tek gerçekleştirmek değildir.
Mutluluğun formülü sevgi ile başlar.Sevgi verebildiğimiz ve sevdiğimiz sürece mutlu oluruz.Ümit etmeliyiz.Hayatta her zaman en zor zamanlarda bile içimizde bir umut ışığı yakarak o an ki karanlığı aydınlığa,mutluluğa çevirmeliyiz.Cesaretli olmalıyız.Riskli durumlar da kendimizi ben bunu yapabilirim diye cesaretlendirerek ayağa kalkmalı ve yapmalıyız. Bazeninsanların yapamassınız dediğini başarma cesareti göstermeliyiz.Bu bize güç verir.Bazen seçimler yapmamız gerekebilir.Kararsız kalacağımıza bir yol seçebilme cesaretimizi kullanmalıyız.Kendimize her durumda güvenmeliyiz.Bir iş toplantısında müdürün yanında kendi fikirlerini söyleyebilen güvenle dimdik durabilen bir çalışanın mutluluğu tarif edilemez.Kendi fikirlerimizi güvenerek belirttiğimiz de özgürlüğü yakalarız ve mutlu oluruz. Unutmayalım ki güvende hissettiğimiz ve güvendiğimiz için mutluyuz.
Özgür olmak,özgür hissetmekte mutluluk getirir.Kendimizi özgür hissettiğimiz kadar mutluyuz.Klasikleşen bir cümle ; kuşu altın kafese koysanız mutlu olmaz. Çünkü özgür değildir.Son olarak fedakarlık. Kendi çıkarlarımızı göz arda ederek birisine yardımcı olabildiğimiz için mutluyuz.Birisine yardım ettiğimiz ve bu kişinin mutluluğuna katkıda olduğumuz için bencil olmadığımız için mutluyuz.Fedakarlık , almadan vermeyi bilmek,bencil olmamak ve birisinin yüzündeki tebessüme katkıda olmamız .. Bunlar hep mutluluk sebepleri .
İşte aslında mükemmel mutluluğa ulaşmak somut şeyler değil kendi içimizde olan soyut şeylerin farkına varmak ve kullanmamız ile olur.Mutluluğun formülü aslında bizim hislerimiz ve duygularımız.

4 Kasım 2014 Salı

Psikoloğa gidebilmek ?






        Psikoloğa gidebilmek cesareti gösterebilmek .... Aslında bütün mesele bu.
Dünya çapında psikoloğa gitmek çok doğal ve yaygınken bizim ülkemizde neden değil ?
Ülkemizin genelinde psikoloğa gitme anlayışı 'Himmet psikoloğa mı gidiyor ? Vah vah erken yaşta hemde ? O psikolojik tedavi görmüş, boşver onu normal değil zaten ' gibi etiketlerde insanlar üzerinde bir tabuya dönüşmüş ve etiketleneceğime kendi kendimi yerim durumuna gelmiştir. Sürekli artan ülke nüfusumuzla birlikte artan bunalımların sonucunda kısıtlı hastane imkanına sahip olan ülkemizde bir çok ihtiyacı olan insanın ihtiyacının karşılanmadığı görülüyor.Gelişmiş ülkelerde yol, çevre düzenlemesi yapılması yerine daha çok ruh sağlığı adına yatırımlar yapılıyor ve bunun sonucunda sağlıklı bireyler yetişiyor. Sağlıklı birey; sağlıklı toplum, sağlıklı toplum; gelişmiş ülke gibi bir zincir oluşuyor.

En büyük hatayı bir diğer etiket olan 'benim bir şeyim yok ' diyerek yapıyoruz. Günümüzde metropol hayatı yaşayıp stressiz kaygısız yaşamak mümkün mü ? Hangimiz bir sınava veya bir iş toplantısına saatinde yetişebilecek miyim trafik olur mu diye düşünmedik ve yetişeme korkusu yaşamadık ? İşte tum bunlar, bu korkular bilinçaltımıza kaygı, stres olarak adlandırılarak yer ediyor.'Benim birşeyim yok' diyen bireyin en basitinden hiç trafikte kalmamış olduğunu farketmemiş gerekirse sizce kaçımız trafik kalmamıştır ? İşte asıl mesele kendini dinleyip farkında olup "Konuşmaya ihtiyacım var" diyerek bir yerden başlamaktadır.Hayatta eksiklerimizi görebildiğimiz, kabullendiğimiz kadar sağlıklıyız. Geçmişte irdelemeden üzerini kapadığımız, kapatınca geçti sandığımız olanlardır bizim bugünümüzde hata yapmamızı sağlayan.Yüzleşip tamamen halletmediğimiz her olay bugünümüzdeki yargılarımızı etkiler ve sağlıklı karar verme aşamasında bize zarar verir. Okuduğum bir kitapta "Geçmişi affetmeseniz önünüze bakamazsınız" diyordu. Ne kadar da doğru bir laf geçmişimizi affedip kapamazsak bugün hala izlerini taşır ve her yaşanan olayda geçmişimizin etkisiyle hareket ederek, yanlış kararlar verebilir,önyargılar edinebiliriz. Hayatta her zaman her istediğimiz olmuyor, olamıyor ve bazen hiç bulunmak istemediğimiz ortamlarda yüzümüze zorunlu bir tebessüm yerleştirerek rolümüz gereği orada bulunuyoruz. 

Zorunluluktan yaptığımız bu rol daha sonra bünyemizde zarara kadar ulaşabiliyor. Bünyemizi tetikleyen bir çok hastalığın sebebinin psikolojik olduğunu biliyor muydunuz ? Zona, mide hastalıkları, vücut kasılmaları .. bu sebeplerden doktora gittiğimizde psikolojik, canınızı bir şeye mi sıkıldı sorusunu alıyoruz ? Düşününce, son zamanlarda birşey olmadığını söyleyince asıl sorunun eskiden içimizde bastırdığımız bir şey olduğunun farkına varamıyoruz. İşte tamda bu evrede bir uzmandan destek almak gerekiyor. Ben mide ağrısı için doktora gittiğimde bana psikolojimi soruyor. Yani demek istiyor ki senin bilinçaltında bir şeyler var benden önce bir psikoloğa görün. Bakın aslında kendimize biraz kulak verip asıl sorun kaynağını çözmek için adım atsak belkide midemiz ağrımayacak. İşte tamda mesele bu cesaret kendini dinleyebilmek etiketlere aldırmadan, toplum tabusuna yıkarak psikoloğa gidebilmek..  Bunu yapan insan cesaret sınavını geçebilmiş demektir. Çünkü psikoloğa gitmek kendinle ve geçmişte iyileştirmeden üzerini kapattığın ve senin bugününü etkileyen olaylarla yüzleşmektir. Beden sağlığımıza bu denli önem verir, en ufak bir problemde doktora görünürken şunu unutuyoruz ki; beden sağlığı ruh sağlığından geçiyor. Ruh sağlığı da duvarlarımız ve toplum etiketlerinden arınmaktan...

2 Kasım 2014 Pazar

Siz hangi renksiniz ?

Farkında olmadan, gün içerisinde bilinçsizce karşımıza çıkan her rengin bir psikolojik etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Evet, giydiğimiz kıyafetlerin, dışarıda sürekli karşımıza çıkan cafe tabelalarının, fast food reklamlarının, hatta oturduğumuz odanın renkleri bile bizi gün içinde etkilemeye yeterli. Görmüş olduğumuz her renk, insanda farklı duygular uyandırabiliyor.
Kimi renkler insanı heyecanlandırırken, kimileri insanı sakinleştirir. Bazı renkler içe kapanıklığı arttırırken bazıları da özgüveni arttırmaktadır. Bir çok araştırmaya göre renklerin psikolojisi ve davranış üzerinde ki etkileri saptanmış, hatta sevilen renklerin kişiliği yansıttığı da görülmüştür. 

Yaptığımız araştırmalara göre, renkleri ve anlamlarını sıralayacak olursak;

-MAVİ: Mavi sıcaklığı ve duygusallığı temsil eden bir renktir. Maviyi seven ve tercih eden bireyler genellikle romantik ve duygusal yönleriyle bilinirler. Giysi de tercih edilen mavi ise sosyalliği göstermektedir." Çevreye uyum sağlama" olarak bilinir. Aynı zamanda sinir sistemine bire bir gelen bu renk sayesinde, sinirli olduğumuz anlar da gökyüzü ve ya denize bakmak bizi yatıştırır. Uzmanlara göre dinlenme mekanları ve yatak odaları için ideal renktir.

-KIRMIZI: Hız, hareket, dinamizm gibi renklerin simgesi olan kırmızı renk, kıyafetlerinde tercih edenler için dikkat çekmeyi seven, göz önünde olmak isteyen bireylerin göstergesidir. Aşırı kırmızı tercih eden bireyler de despotik bir hava oluşmasıyla beraber kırmızı aynı zamanda erotik duyguları tetikleyen başlıca renktir. Aynı zamanda acıkma hissini tetiklediği için fast food markalarının vazgeçilmez rengi olmuştur.

SARI: Sarı evrenselliğin, üretim ve yaratıcılığın, iyiliğin ve iyimserliğin simgesi olarak bilinirken, aynı zamanda tercih edenler de geniş kültür seviyesini yansıtmaktadır. Çok dikkat çekerken aynı anda geçiciliğide simgelemesinden ötürü taksilerin rengidir. Aynı zamanda sindirim ve mide dostu olarakta bilinen sarı renk iştah açıcı özelliğe de sahiptir.

-YEŞİL: Yeşil dikkati ve konsantrasyonu simgeler. Yeşil tutkunlarında refleksler son derece kuvvetlidir. Aşırı yeşil, fazla denetimi simgeler. Yeşil tercih edenler dominant karaktere sahip bireylerdir.

-SİYAH: Siyah gücü, soyluluğu ve asilliği simgelemesinin yanı sıra, hüzün ve ölüm rengi olarak da bilindiğinden ötürü cenaze ve kayıplarda tercih edilir. Siyah tercih eden bireylerde inatçılık ve hırs görülürken, cazibeli ve çekici tavırlarıyla bilinirler. Aynı zamanda oldukça özgüvenli ve kendinden emin bireyleri yansıtmaktadır.

BEYAZ: Saflığı ve aydınlığı simgelediğinden beyaz severler barışçıl tavırlarıyla bilinirler.

PEMBE: Kadınlara huzurur verirken, erkekteki isteği söndüren ve erkeği kaçıran bir renktir.

MOR: Adeta cinselliğin sonu, erotizmin bitişi!!! 

Günlük tercihlerimizle psikolojimi etkileyen renkler aynı zamanda duygu durumumuzu ve kişiliğimizi yansıtır. Peki siz hangi renksiniz?